İnsanın kendi bedeni ve kimliği ile barışık olabilmesi pek çok parametreye bağlıdır. Öncelikle de sağlıklı olma haline.
Çoğu insan genellikle çirkinliği (asimetriyi) sevmez. Çünkü bu tür görsel uyaranları sağlıksız olarak nitelemeye kodludur zihin. Asimetri, zorluk içerir. Mücadele yoğunluğu içerir. Gözlerdeki asimetri görüş bozukluğu, bacaklarda kollarda ya da ellerdeki asimetri ise sakatlık demektir. Sağlıklı olanın ise simetrik, durağan ve çoğunlukla stabil bir halde olması beklenir. Daha az uğraşla hayatta kalan kişi sağlıklıdır, güçlüdür diye düşünülür. Çünkü öyle düşünmemiz istenmiştir. Oysa sağlık sadece bir sağ kalım halidir. Henüz ölmemişseniz size sağlıklı diyebilmeliyiz. Ama diyemiyoruz!
“Çirkinler”, kusurlular ya da hayatta kalabilmek için daha fazla çaba harcamak zorunda olanlar çoğunlukla dezavantajlı görülür. Halbuki onları dezavantajlı kılan durum bizim bakış açımızdan fazlası değildir. Bu bakış açısını değiştirebilmek de ancak ölümü ve doğumu naturel bir süreç olarak görüp bu iki eyleme müdahale etmeyerek olur. Kaldı ki daha fazla zorluk aşmış kişi daha fazla yol kat etmiş ve böylelikle daha bilge olmuş bir kişidir. Bir bilyenin engebeli bir arazide yuvarlandığını düşünün aynı ivmeyle düz bir zeminde yuvarlanan ikinci bir bilye olsun. Birinciden çok daha önce duracaktır. Bu durumda zorlu koşullarda hayatta kalabilen kişi ile konforlu koşullarda hayatta kalan kişi sağlıklı ve sağlıksız, güçlü ve güçsüz, güzel ve çirkin olarak ayrılacaksa hangisinin ne tarafta olması gerektiği konusunda ben kararsızım açıkçası.
Keşke herkes kararsız olsa bu konuda. Böylece yargısız da olurdu.
Ela Esra Aysal