Kültürle ilgili kaynakları inceleyebildiğimiz kadarıyla insanın otorite ile olan ilişkisi salt bir arzudan ibaret olduğu kanısı kısmen anlamını yitirmektedir. Doğa ve insan ilişkisinin tezahürü olarak insan doğanın yasalarından ders çıkarmaya çalışır. Doğanın güçlü yasalarına direniş göstermek ve onları ters yüz etmek mümkün değildir. “İnsan doğanın bir parçasıdır” klasik söylemini de ters yüz edecek bir durum söz konusu olamayacağına göre, ayrıntıda insanın, doğanın egemen yasalarını anlarken ona bir direniş gösterme faaliyetinde olduğunu gözlemleyebiliriz.
Diğer yandan insan bir ağaç gibi mazlum mu? Değil… Ancak bir ağaç gibi dik ve vakur yaşamak ister. Ağaç hem dişil ve hem de eril enerjinin bir bütünü olarak doğanın en mazlum canlısıdır. Mazlum olan ağaca niçin gerekli hassasiyeti göstermekte aciziz? Doğanın eril ve dişil enerjiden oluştuğunu bildiğimiz halde her ikisine nasıl kıyabiliriz ki? Her ikisi de aslında vakur ve dik başlıdır. İnsan dik başlı olmak için direnir, vakur kalmak için üretir. “Bir ağaç gibi, tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizimdir” diyen ünlü şairimiz Nazım Hikmet‘den çıkaracağımız pek çok ders vardır.
Bir bakıma doğa ile de kardeş olabilmeyi bir öğrenebilsek, bakınız nasıl bir dünya içimizde hasıl olur… Muhtevası gereği bu şiir, bizim, doğanın enginliğine sığınarak hem vicdanı ve hemde aslında merhameti öğrenebileceğimizi işaret ediyor. Çünkü ağaç ve çok çeşitlilik arz eden tüm ağaçlar vakur, gür ve dik başlıdırlar; boyun eğmezler, yan yana birlikte farklı da olsalar güzel paylaşımlarda bulunurlar. Zira aynı topraklardan farklı mineraller ile var oldukları için birbirlerini iyi beslerler. Tam bir sosyalist hayat, hatta komünist yaşam biçimlerine sahiptirler. İnsan da vakur ve dik başlı olabilmek için bir diğerini hınçla yok etmek yerine onunla birlikte bir paylaşım içinde yaşarsa emin olun çok daha huzurlu yaşayacaktır. Potansiyel olarak bu bilinç düzeyi mevcuttur, ancak yeterince harekete geçmiş değildir. Bir ağaç için direnerek, bir çok ağacı kurtaran insan, bir insanı kurtararak, çok güzel insanı ve insanlığı kurtarabilir.
Bakınız Mustafa Kemal Atatürk; Yalova’da ki köşkünü bir başka yöne kaydırtarak bırakınız bir ağacı yerinden etmeyi, sadece dalına zarar gelmesin diye ağacın yerinde kalmasını sağlamıştır. Bundan daha iyi bir örnek ne olabilir ki.. Ne kadar ulvi bir anlayış ki doğanın cömertliği içinde insana cömertliği öğretmiştir, devrimci liderimiz. Bir ağaca gösterilen saygı ve sevginin içinden doğan devrimci bir cumhuriyet insana aydınlanmayı ve güzel düşünmeyi öğretmiştir.
Sadece eril kalmak niyeti ile daha çok ağacı yok edersek, biliniz ki dişi, tüm vahşiliğini gösterecektir. Fırtına, kasırga ve tsunamisi ile de yok edici sellere bizi teslim edecektir. Eril hegemonya altında kalmak yerine tercihimiz dişil ve eril türlerin birlikteliğini pekiştirmek olmalıdır. O vakit dik başlı ve vakur kalabiliriz. Bunun tersi durumda ise, tek eril ve tek dişi olarak “tek dişi kalmış bir canavara” dönüşebiliriz.
Psikoz ve patolojik rahatsızlıkların bu kadar güç kazanması da doğadan uzaklaşıp birlikteliklerin çöküntüye uğramasıdır. Onun için ağaç sevgidir ve saygınlığı olan, sembolik bir canlı olarak içimizde ki eril ve dişil enerjilerimizin korunmasını göstermektedir. Paylaştıkça güçlü ve mutlu oluruz. Sevgi paylaşılırsa anlam kazanır. Ağaçlar da böyle yaşar ve böyle var olurlar. Tek başına kalmış bir ağacın boynu sürekli bükük kalır.
Uzm. Psikoterapist Eğitmen Şükrü Alkan