Geçenlerde Wellmania’nın ilk sezonunu izledim (Devamı gelecek gibi görünüyor). Diziyi ve ana karakteri beğendim; ancak ilk yorumum şu oldu: ‘Bir Fleabag değil!’ Ardından iki tv serisini birbirleri ile karşılaştırmış olan makalelere göz attım. Ortak nokta benim yorumuma paralel şekilde Wellmania’nın Fleabag’in gölgesinde kalmasıydı. Ben bunu tartışmak yerine bu iki ana karakterin ortak özelliği olan ‘bencillik’ üzerinde durmak istiyorum. Şunu söylemek gerekir ki, iki karakter de oldukça karizmatik, zeki ve eğlenceli. Ancak her nasılsa bu durum biz izleyicilere son derece çekici gelirken karakterlerin hayatlarındaki insanlar için bir eziyete dönüşüyor. Aileleri ve yakın çevreleri tarafından sürekli düşüncesiz ve sorumsuz olmakla suçlanıyorlar, işleri sürekli ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, bağımlılıkları ve kötü yaşam stilleri var. Bencillikleri o kadar ileri seviye ki her ikisinin de çok yakını bundan büyük zarar görüyor. Bu suçluluk duygusu da var olan kişilik özellikleri ile birleşince her şeyin dozunu arttırıyor.
Peki biz neden bencil karakterlerin hikayelerini dinlemeyi/görmeyi seviyoruz?
Bunun ilk nedeni kendi gölge tarafımızla bağ kurarak karakter ile özdeşim kurmak olabilir. Öfke, kıskançlık, bencillik gibi alt benlik duyguları farklı düzeylerde pek çok insanda var. Kendimiz yaşarken ve bunlarla yüzleşirken çok eğlenceli olmasa da davulun sesi uzaktan hoş geliyor olabilir. Karşımızdaki insan için düşünürsek de gerçek hayatta tahammül edemeyeceğimiz bencil veya buna benzer yıkıcı özellikleri olan insanların sinemada ve edebiyatta arka plan hikayelerini uzun uzun dinlemek onlara dair bir empati kurmamızı sağlayabiliyor.
Tolstoy, Anna Karenina’yı yazarken onu önce eşini aldatan, yalan söyleyen, ahlaksız bir kadın olarak betimlemek istemiş; ama yazmaya başladıkça ve karakterin iç dünyasına girdikçe Anna Karenina, o ve bizim için bağ kurabileceğimiz, anlayabileceğimiz ve kaderi için üzülebileceğimiz birine dönüşmüş. Onları sevmemize sebep olan ikinci neden, bencil karakterlerin dikkat çekmeyi sevmesinden ötürü eğlenceli ve ilgi çekici olması olabilir.
Yine gölge taraftan yola çıkarsak Jung’un da belirttiği gibi gölge tarafımız aynı zamanda yaratıcı enerjimizin kaynağı. Gerçekten de hem Wellmania hem Fleabag’teki ana karakterler karmaşık olmasının onlara verdiği güçle oldukça renkli ve yaratıcı kişilikler. Bu hal bir taraftan da derindeki utanç ve suçluluk gibi duyguları bastırmak için kullandıkları rengarenk bir makyaj. Çünkü gölge taraflarını dengeli bir şekilde kullanamayan karakterlerin bencilliği onlara mutsuzluk ve yalnızlık getiriyor. Buradaki kırılma noktası, her iki karakterin de durup odağı kendi dışında birine çevirmesiyle gerçekleşiyor. Ancak işler her ikisi için de kolaylıkla ilerlemiyor. Çünkü Liv ve Fleabag’in bir diğer ortak noktası, hiç beklemedikleri bir anda aziz arketipindeki erkeklere aşık olmaları. Dünyevi zevklerin dibine vuran ana karakterlerimizin kendini dünyevi zevklerden soyutlamış tam zıt versiyonları erkekler ile karşılaşmaları ile hikaye hepten bir ironiye dönüşüyor. Gölge aydınlıkla karşılaşıyor! Ve son olarak onların çatışmaların içinden geçerkenki evrimlerine şahit olmak Rousseau’nun bahsettiği insanın irade ve mükemmelleştirilebilme (perfektibilite) özelliklerini hatırlatıyor. Karakterler bir noktadan sonra kendilerini kabullenip özdüzenleme yoluna giriyorlar.
Sonuç olarak bencil karakterlerin kişiliğimizin gölge tarafıyla bağ kurması, eğlenceli birer drama kraliçesi olmaları ve yoğun çatışmaların içinden geçerken onların süreç içindeki gelişimlerine şahit olmak onları sevmemizi sağlıyor gibi görünüyor.
Ama uzaktan 🙂
Damla Pektaş
Çocuk Gelişim Uzmanı