Bir çok hayvan gibi yaşam formlarının pek çok türü içinde yeni doğmuş bir birey, ortak dünya dediğimiz yer kürenin içine atılır. Bir tay, eşek, kuzu ve dana vs. için dünyanın ilk ışıkları göz ve yüzüne dokunduğunda içsel dünya bu canlılar için sona erer. Ancak bir insan için ve bebeğinin doğumdan itibaren yıllarca sürecek yarı gerçek bir varoluş söz konusudur. Ergenliğin sonlarına doğru bile hala tam doğmuş olarak kabul edemez kendini insan. Hala kendinde değildir. Yarı gerçek olması da bu aşamada var olan duyguların kontrolü ve denetimi elinde değildir. İçsel dünyasını henüz terk edemediği için ortak dış dünyanın tamamı kendi bilincinde tam olarak biçimlenmiş olmadığı gibi somut da değildir. Liseli çağlarda yapılan flörtvari bir teklifin geri çevrilmesi ile genç adam, ortak dünyanın dayanılmaz hafifliği ve ortak dünyanın koinos kosmosun (Ortak yani dış dünya) ağırlığı ile yüz yüze kalmıştır. Genç adam bundan sonra daha kötü olacak olaylara sert bir kışa hazırlanır gibi hazırlanacaktır. Aksi takdirde büyümesi ve içsel dünyasının olgunlaşmasını beklemek pek gerçekçi olmayacaktır.
Genel olarak olumlu olan düşüncelerİ “gündüz düşleri” ve kötü olanları ise fobi bağlamında ele alabiliriz. Şizofreni öncesi kişilik büyük bir olasılıkla şizoid etkili olarak gelişir ve ergenlik döneminde bir kıza yapılan teklif ve teklifin kabul edileceği umudunun taşınması iyi ve kötü düşlerin canlılık kazanmasına ve kişiyi etkisiz kılmasına yol açabilir. İki kutuplu savaşın içsel dünyada yarattığı durum, genç adamı gerçekten yaratıcı kılmaktan çok nevrotik ve hatta psikotik bir noktaya getirebilir. Eğer ki fobiler zafer kazanır ve kuvvetli hale gelirse şizoid etkiden agorafobiye dönüşen bir olgunun vuku bulması kaçınılmazdır. Zira bazı ergen gençler, lise çağında yaşadığı bu durumdan ötürü hayat boyunca histerik, öfkeli ve sınıfın dışına itilen biri olarak yaratıcı olmaktan çok yıkıcı olmakta ve bilinçli olmasa da tahripkar davranabilmektedirler.
İşte bu davranış örüntüsü onu şizofrenik bir kaçınma haline yani bütün insani temaslardan uzak ve içsel hayallerinde kalmasına sebep olacaktır. Belki kıza yaptığı teklif değil de kız unutulacak ama psikoseksüel olgunluk hiç bir zaman ve durumda kazanılmayacak ve gerçekleşemeyecek. Ayrıca bir özellik olarak kişilik yapılanmasına başka alternatif ve sapık davranışlar örüntüsü nüfuz edecektir. Çocuk çılgınlar gibi oradan oraya koşup duracaktır ve kendini sürekli tekrar ederek yaşamak bir teselli olgusuna dönüşecektir. Yani dış dünyanın “koinos kosmos” duvarlarına ve onu gerçeğine çarptıkça kendini tamir etmek adına çaba üstüne çaba sarf edecektir. Belkide bir psikoterapiye başvuracaktır ve içsel dünyanın içinden çıkarak şizoidle başlayan kaçınmalı şizofrenik durumun aşılması biyolojik yaşlanma ile zor olacağından hayal alemine girerek rahimsel ve aşılamaz iki kutuplu gel-git ler devam edecektir.
İç ve diş dünyanın gerçekleri farklıdır ve bu farklılık arasında mukayese bilinci gelişmediği takdirde insan şizofrenik hayatlar içinde var olmaya devam eder. İnsan gerçeklikten kaçıyorsa ve sadece içsel dünyanın olguları ile temas halinde ise en büyük karmaşayı yaşıyor demektir. Onu enerjisinin ve yetilerinin saklı kalması üretkenliğe dönüşmemesi sonucu ömür boyu verilen mücadele yenilgiyle sonuçlanmıştır.
İstesin veya istemesin her şizofren şimdiki zamanın algısı içindedir. Geniş zamanlı ölçüler pek ama pek kısıtlıdır. Her şey şimdiki zaman içinde algılanır. Tepkileri de zaman içinde algıladığı fobik unsurlara göre bazen şiddetli ve bazende pek yumuşaktır. Bu yüzden sebep ve sonuç ilişkisini bir şizofrende aramak pek doğru olamaz. Bu yüzden tüm film sahnesi onun beynine öyle girmiştir ki kendini bu filmden ve onun fobik resimlerinden alı koyamaz.
Şizofrenik varoluş için bizim hayal etmekten hoşlanmadığımız şeyin zaman unsuru olduğunu iddia etmekten kendimi alamıyorum. Zaman unsuru en önemli ayıran özelliktir. Zaman, şizofrenik bir durumda olan için pek kayda alınmaz. “Normaller” normal gelişim içinde olan insan içinse pek kıymetlidir.
Uzm. Psikoterapist Eğitmen Şükrü Alkan