Duygusuzluğun Merhameti, Duygusallığın Acımasızlığı – Adem Alibaş yazdı…
Yepyeni, gıcır gıcır, paketi açılmamış bir yaşınıza gitmeye hazır mısınız?
İnsan, doğası gereği her yeni öğreniminde bir yaş daha alır. Bu; fiziksel ve biyolojik yaşlanmadan bağımsız, soyut bir durumdur. Günümüzde “farkındalık” olarak da addedilir.
Birazdan ezberlerimizin ötesindeki saklı hakikatin dehlizlerine yol alacağız.
Birçoğumuzun malumudur;
Eşyanın yapılış amacından uzak durumlarda kullanıldığı yerler vardır.
Araba lastiğinden yapılmış bir saksı gibi…
Bir zaman sonra beynimiz, onun aracı ilerleten bir aksam olduğu gerçeğinden uzaklaşır; balkondaki limon ağacı için tasarlandığı algısına ve kabullenmesine dönüşür.
Bu kısım zahiri kısmıdır.
Yeni yaşınızın ilk dakikaları, ilk adımları, ilk düşmesi, ilk irkilişi…
Duygusuzluğun merhameti, duygusallığın acımasızlığı.
Bu kavramlar —ama bilinçli ama bilinçsiz bir şekilde— bize empoze edildi.
Duygusuz birisinin acımasız, zalim, merhamet yoksunu;
duygusal birisinin ise içli, vefalı, kimseye zararı dokunmayan, nahif olduğu zannıyla düşüncelerimizi sabitlemişiz.
Oysa tam tersi!
Hemen hemen hepimizin uzak, yakın yahut bizzat yaşadığı ilişkilere bakalım.
Olaylara duygusallığıyla bakan birinin yaptıkları genelde şöyledir:
Ayrılmayı göze alamazlar. Ayrılmamak için bin bir yalanla süreci uzatma eğilimi gösterirler.
Bu aşamada başarılı olamazlarsa, ayrılık sonrasında yıllarca hayatını paylaştıkları insana hayatı zindan ederler.
Hep yanında, yöresinde dolaşır; kimi zaman fiziksel, kimi zaman ruhsal olarak işkencelerini sürdürürler.
Çünkü tüm olgularının merkezinde, kendi menfaatlerini tatmin etme derdi vardır.
Yani size olan sevgisi ya da bağlılığı değil, tamamıyla içindeki narsistliğin tezahürüdür.
Şimdi de duygusuz birinin haline ayna tutalım:
Onun merhameti, vicdanı ve empatisi ön plandadır.
Karşısındaki dostu, eşi kim olursa olsun; ekseri “Sen nasıl istersen.” yönündedir.
Sebebini öğrenmek ister, aldığı cevap doğrultusunda yaşamını, karşısındaki insanı rahatsız etmemek üzere yönlendirir.
Hırs, öfke, intikam onun gündeminde yer almaz.
Çünkü bu üçlü, duygusallığın çocuklarıdır.
Ve duygusuz bir yapı, asla başkasına ait bir şeye göz dikmez.
Sevmenin duygusallığa ihtiyacı yoktur.
Eğer olsaydı; Âşık Veysel, eşinin o gece gizlice kaçacağını anlayınca çarıklarının içine para koymazdı.
Yeterli oldu sanırım…
İki farklı ekolün sözleriyle haftanın sözlerini nihayetlendirelim:
Platon’un dediği gibi;
“Gerçeği arıyorsan, görünenin ötesine geçmelisin.”
Ve kadim kültürümüzün deyişiyle;
“Surete aldanan, hakikati ıskalar.”
Yeni yaşınız kutlu olsun.
Adem Alibaş
Yaşam Koçu














