Ayrılış Mı, Ayrılık Mı? – Adem Alibaş yazdı.
Şimdi içinizden ‘Ne farkı var ki?’ dediğinizi duyar gibiyim.
Haydi!
Kalbimizin, ruhumuzun dehlizlerinde kısa bir yolculuğa çıkalım.
Valizimize bir tutam sükûnet koyalım.
Bu yolculukta gürültüye, ‘el âlem ne der’ sözlerine, başkalarının bizde görmek istediklerine pek ihtiyacımız olmayacak.
İnsan doğası gereği doğar, filizlenir, büyür ve olgunlaşarak nihayetinde ölür.
Ömür denen bu hikâyede insan irili ufaklı birçok şey yaşar. Sayısız olaylarla sınanır.
Bakıldığında maddeye kavuşma arzusu var gibi gözükse de bütün bunlara erişme gücünü manadan alır.
İşte tam da burada, bir çıkmaz sokağa girer.
Sevilme içgüdüsü!
Hiçbir hara, dara düşmeden sevilmek ister. Ve sonunda hayal kırıklığına uğrar.
Çünkü sevilmenin bir adım berisi sevmektir. O eşiği geçmeden tam manasıyla sevilmiş sayılmaz kişi.
Aidiyet duygusuna ermeden nasıl olacak?
Önce ait olmalıyız ki sahip olalım. Sevilmek istiyorsak önce seveceğiz. Sebepleri dayatmadan, sevgimizi sevdiğimize kırbaç etmeden, sadece seveceğiz.
Ayrılıkla, ayrılışın ayrıldığı yere gelelim, soluklanalım.
Ayrılıklarda vefa, sevgi vardır; keşke yoktur. Her iki tarafta ellerinden ve gönüllerinden gelenin fazlasını yapmıştır.
Atilla İlhan’a kulak kesilelim:
Ne diyordu?
‘Ayrılıklar da sevdaya dâhil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili.’
Oysa ayrılış öyle değil. Burada tabiri caizse, tek taraflı feshediş mevcuttur. Artık geri dönüşü olmayan içinde sevgi barındırmayan…
Geride kalanın avucuna zemheri ayazında kavrulmuş bir tutam avuntu… Gidenin gelmediği, kalanın tükendiği…
Ayrılık kavuşmaya gebe,
Ayrılış, hüzne…
Adem Alibaş
Yaşam Rehberi

















