Çocukluk mu güzeldi, yoksa büyümek mi?
Çocukluğumu özlüyorum… Yara bere içinde kalan dizlerimi, bakkaldan aldığım pamuk şekerlerini ve onları yerken yapış yapış olan ellerimi, ağzımı. Gazoz içtiğim, mahalle aralarında oynadığım oyunları, yaramazlık yaptığımda annem kızmasın diye yatağın altına saklandığım o anları özlüyorum. Çocukluğum beni çabuk terk etti. Oysa o zamanlar çabuk büyümek istiyordum. Peki, şimdi?
Şimdi en çok o günleri özlüyorum.
Büyüdüm, ama ne oldu? İnsanlar değişti, duygular değişti. Çocukluğumda her şey daha güzeldi; insanlar daha mutlu, çocuklar daha neşeliydi. Herkes birbirine içtenlikle gülümserdi. Şimdiyse aynalara bile sahte gülücükler atıyoruz.
Büyüdüm, evet, ama her geçen gün biraz daha yaşanmışlıklarla büyüdüm. Burada fiziksel büyümeden değil, ruhsal büyümeden söz ediyorum. Nasıl bir meyvenin olgunlaşması zaman alıyorsa, benim de ruhum acılar ve tecrübelerle büyüdü. Mutluluklarımı, bardağın dolu tarafını görmeyi öğrenerek keşfettim. Hayata bakış açım, yaptığım hatalar, yanlış kararlarım ve onlardan çıkardığım dersler beni büyüttü. Aynı sonlar, aynı hikayeler, büyümemi engellemedi.
“Büyümek, kaybettiğimiz şeylerin bedelidir.” der George Bernard Shaw. Gerçekten de büyümek, çocukluğumuzun saf mutluluğunu geride bırakmak pahasına oluyor. Zamanla kazandığımız tecrübeler, ruhumuza derinlik katarken, kaybettiğimiz masumiyetin ve mutluluğun izlerini bırakıyor.
Zaman, diyorlar ya, asıl neden o. Her geçen gün bir yıla, her yıl da bir deneyime dönüştü ve biz yaş aldıkça büyüdük. Fiziksel büyüme kaçınılmazdı, ama asıl değişim ruhumuzdaydı. Yaş ilerledikçe düşünce yapımız değişti. Ruhsal olgunlaşma böyle bir şey olsa gerek.
Büyüme, hem ruhen hem bedenen gerçekleşir. Ben büyüdükçe, ruhum da büyüdü. Geçmişin yüklerini taşırken sırtımda, ruhsal olarak olgunlaştım. Büyümek, mücadeleci bir ruha sahip olmak demektir. Hayatla mücadele ederken sıkça sordum kendime: Neden bu kadar ağır yükler taşıyoruz omuzlarımızda? İnsanların omuzlarındaki bu yükleri hafifletmek için ne yapmalıyız?
Belki de bu ağırlıklardan kurtulmanın yollarını bulmalıyız:
Yeni hobiler edinmeliyiz.
Müzik dinlemeli, ruhumuzu beslemeliyiz.
Spor yapmalıyız.
Resim yapmayı denemeli, yaratıcılığımızı keşfetmeliyiz.
Sergilere ve tiyatrolara gitmeliyiz.
Yeni yerler keşfetmeliyiz.
Tatile çıkmalıyız.
Ve yazmalıyız…
Geçmişi gülümseyerek hatırlamalıyız. Çocukluğumuzu ve o güzel anıları unutmamalıyız. Zaman ilerledikçe, ruhen ve bedenen büyüdükçe bize gelenlerden ve gelecekte olacaklardan korkmamalıyız. İçimizde hâlâ biraz çocukluk kalmışsa ve o çocuğu yaşatmayı başarabilirsek, hayata çok daha güzel bakacağız. O zaman hiçbir gülümsememiz sahte olmayacak. Ruhun karanlıksa, dışarıdan ne kadar süslenmiş olursan ol, hayat hep gri kalacak; bir gece karanlığı gibi.
Ama içindeki çocuğu kaybetmezsen, renkler her zaman daha canlı olacaktır.
Emine Çavuş