Yaklaşık iki yıldan beridir devam eden Covid-19 salgınının tam olarak kontrol altına alınabilmesi için yasaklar da dâhil olmak üzere alınan tedbirler yeterli olamadı. Tedbirler devam ederken diğer yandan da aşının bulunmasıyla bu belanın hayatımızdan tamamen çıkartılacağına dair genel bir yargı oluşturuldu. Oysa bu genel yargının yanılgıdan ibaret olduğu, aşıların güvenilirliği hakkındaki haklı tartışmalarla kısa sürede anlaşıldı. Çünkü dünya nüfusunun neredeyse yarısından fazlası aşılanmasına rağmen durum pek de değişmedi. Sonuç değişmeyince de bu defa toplumun tamamının aşılanması gerektiği ve ancak bu yolla denetim altına alınmasının mümkün olacağı yönünde genel bir yargı daha oluşturuldu.
‘Oluşturuldu’ diyorum çünkü aşı konusunda dünyadaki tüm ülke yönetimi ve sağlık kuruluşları ağız birliği yapmış gibi sadece aşının pozitif etkilerini propaganda malzemesi yaparak halkı manipüle ederken diğer yandan da aşı konusunda haklı şüpheleri olanları aşı karşıtlığıyla ve komplo teorisi üretmekle suçlamaya başladılar. Yaygınlaştırılan aşı karşıtlığı suçlamalarına aşı olanların da dâhil olması, bir buçuk yıl gibi bir zaman diliminde toplumu psikolojik baskı altına almakta ne denli başarılı olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Aşı sonrasında genellikle kalp spazmı sonucu ölümleri, eklem ağrılarıyla sakat hale gelenleri görmezden gelenler küresel haydutların aşı karşıtlığı propagandasıyla tıp konusunda da toplumları ayrıştırıp ikiye böldüklerini ve daha başka amaçları da olabileceğini sorgulayamayacak kadar saf olabilirler mi acaba? Yoksa günümüz tıbbının 1800’lerdeki gibi halen masum ve güvenilir olduğunu mu zannediyorlar? Aşılar üretilmeden evvel virüsten nasıl korundular acaba? Daha net bir soru daha soralım; aşı öncesi ile sonrasındaki yakalanma ve ölüm vakalarında bir değişiklik var mı? Şimdilik yok fakat toplumun tamamı aşılandıktan sonra bu vakaların aniden düşeceğini ve böylece aşılamanın işe yaradığı fikrini topluma aşılayacaklarını söyleyebilirim. İşte bu aşamadan yaklaşık 3 veya 5 yıl sonra özellikle de kronik rahatsızlığı olanlar bu defa Covid-19 virüsüyle değil de başka nedenlerden yaşamlarını kaybetmeye başlayacaklardır. Daha net ifade edecek olursak ölümlere başka nedenler bulacaklardır.
Hasta değil bağımlı müşterisiniz
Geçmişte birçok hastalığı hayatımızdan çıkartan tıp endüstrisinin evrim geçirerek kâr amacı güden ticari şirketlere dönüştüğünden, arka plandaki gizli ilişkilerden, ilaç sektöründeki hilelerden, bu firmalar hakkında açılan davalardan ve kesinleşmiş mahkûmiyetlerden vereceğim somut örneklerle toplumu reçeteli afyon bağımlısı haline getirdiklerini gözler önüne sereceğim. Profesörler, doktorlar, hasta yakınları, reçeteli ilaç bağımlıları, ilaç pazarlamacısı, firma sahipleri gibi tıp sektöründeki görevli birçok kişi ile yapılan röportajlar ve itiraflar, tıp sektörünün artık güvenilirliğinin sorgulanması gerektiğini göstermektedir.
Bugün aşıya karşı güven sorunu yaşayanları aşı karşıtlığı olarak yaftalamalarının nedeni de bu gerçekleri toplumun dikkatinden kaçırmak içindir.
Herkesin kolayca anımsaması için popüler iki ismi örnek vererek başlayalım; Aktör Heath Ledger bir apartman dairesinde ölü bulunduğunda henüz 39 yaşındaydı. Michael Jackson ise 50 yaşında aynı sebeplerden hayatını kaybetmişti. Her ikisi de reçeteli ilaç bağımlısıydı ve ölümlerine de kullandıkları ilaçlar neden olmuştu. Ledger’i öldüren Oxycodone, Hydrocodone, Diazepam, Temazepam, Alprazolam ve Doxylamine adlı ilaçlardı. Jackson’ı ise yine reçeteli olarak kullandığı Propofol öldürmüştü. Bu ilaçların yanı sıra Coderine, Morphone, Adderal, Meth, Rıtalin ve Apranax gibi ağrı kesici ilaçlar da doğrudan afyon sentetik kapsüllerinden üretiliyorlar ve reçete ile satılıyorlar. Bu ve benzer ilaçların hepsi bağımlılık yapan uyarıcı ve halüsinasyon özelliği olan birer sentetik metamfetaminlerdir. Sokaklarda yasadışı satılan eroinlerden tek farkı ise kapsüller ya da haplar şeklinde reçete ile satılarak yasal hale getirilmiş olmasıdır. Örneğin; kolesterolü düşüren statin yapılı ilaçların en bilinen yan etkisi erkeklerde iktidarsızlığa neden olmasıdır.
Statin kolesterol ilaçlarının çoğunu üreten dünyanın en büyük ilaç firması Pfizer aynı zamanda Viagra’nın da üreticisidir. Yani önce sizi hasta ediyorlar sonra da başka bir ürünü sunarak sorununuzu çözüyor. Fakat bununla da sınırlı kalmıyor, her iki ilaca bağımlı hale gelen kişi bu ilaçların yan etkileri sonucunda başka ilaçları da kullanmak zorunda bırakılıyor.
Bu sistem bir sonraki ilacın satışı için hazırlanmış akıllıca bir plandan başka bir şey değildir. İstatistiklere göre ABD halkı ilk defa Adderal, Drug Abuse gibi haplarla kafayı bulmayı deniyor. Bağımlılar ülkesi haline gelen ABD halkının % 75’i düzenli olarak reçeteli hap kullanıyor ve bu ilaçları hekime danışmadan internet üzerinden bile sipariş edebiliyorlar.
ABD sokaklarında uyuşturucu, uyarıcı hap satmak yasak olduğu gibi hapse girmek bile kaçınılmaz olurken aynı maddeden üretilen reçeteli uyuşturucular, hekime danışmadan sipariş edilebiliyor. Reçeteli ilaçlar ile sokak aralarında satılan haplar arasındaki tek fark ise birinin yasal, diğerinin yasadışı ilan edilmesidir. Bağımlı hale gelen ABD halkında daha sonra depresyon adında bir hastalık daha teşhis edildi ve bulaşıcı olmamasına rağmen bütün dünya ülkelerine yayıldı. Bununla birlikte neredeyse her hastaya şikâyeti ne olursa olsun sinir, stres, üzüntü gibi durumlardan uzak durulmasını tavsiye eden doktorlar tarafından sakinleştiriciler, anti depresyon ilaçlar reçete edilmeye başlandı. Çünkü ABD’nin muzdarip olduğu depresyonu tedavi etmek için piyasalara sürülen psikolojik ilaçların satılması gerekiyordu. Bugün her on ABD halkından birisi anti depresyon ilacı kullanmaktadır. Durum öylesine vahim hale geldi ki birçok çeşidi üretilmesine rağmen hiçbir ilaç depresyonu tedavi edemediği gibi hayvanları da kapsayacak şekilde daha da yaygınlaşarak bağımlı sayısında ciddi artışlara neden oldular.
Biri sahtekâr, diğeri sağlık dolandırıcısı
Uyuşturucuya karşı 1971’de savaş açtığını ilan eden ABD başkanı Richard Nixon, ABD ekonomisini 1 trilyon dolar zarara uğratmış, hapishanelerin doluluk oranı ise % 700 artmıştı. İşte ne olduysa Nixon’un bu kararından sonra oldu ve bir sonraki başkan Ronald Reagan, ilaç sektöründe reklam sınırlarını kısıtlayan kuralları kaldırarak haplara en kolay şekilde ulaşmasını sağlayarak kendi halkına sınırsız bir özgürlük sundu.
Kısıtlamaların kaldırmasından yaklaşık 10 yıl sonra saksafoncu başkan Bill Clinton da aynı yolu izledi ve reklam kısıtlamalarını daha da hafifleterek ilaç firmalarının eline en büyük silahı vermiş oldu. Asıl dönüşüm ise 1992’de onay işleminin hızlanması için yapılan anlaşmadan sonra başladı. Anlaşmaya göre ABD Sağlık Bakanlığı’na bağlı gıda, diyet eklentileri, ilaç, biyolojik medikal ürünler, kan ürünleri, medikal araçlar, radyasyon yayan aletler, veteriner aletleri ve kozmetiklerden sorumlu bürosu FDA’ya bir defaya mahsus 350 bin dolar kullanım ücreti ödeyerek her türlü ilacı piyasaya sürebileceklerdi.
İlaç serbestliği ile küresel ilaç terörünü planlayan ABD, ilerleyen yıllarda reçeteli ilaç bağımlılığı sıralamasında ilk başta yer alırken aynı zamanda da piyasaya kontrolsüz, denetimsiz birçok ilaç sürüldü ve ilaç firmalarına da dünyanın en büyük lobicileri olma yolunu açmış oldu. Örneğin; 2013’te 1445 ilaç şirketi lobicilik yapmak yani devletten ne istediklerini anlatabilmek için 226 milyon dolar harcayarak 535 üyesi bulunan ABD kongresinden ilaç yasasını geçirttiler. Daha net ifade edecek olursak ilaç lobisi kongredeki kişi başına tam 422 bin dolar harcamıştı.
Sonra ne mi oldu? Tabi ki bu yasadan sonra ilaç endüstrisi tamamen bu lobicilerin eline geçti ve istedikleri her şeyi yaptırma gücüne erişmenin yanı sıra devletten ekonomik teşvik yardımları da almaya başladılar. Bu firmalardan sadece 11’i, geçtiğimiz on yıl içerisinde 711 milyar dolar kâr ettiler. Sonuçta tüketici talebi olmadan kimsenin ağzına zorla bir şey sokamayacakları için aşı karşıtlığı, toplum sağlığı gibi propaganda söylemleriyle ve hatta hediyeler dağıtarak ikna etme yoluna başvuruyorlar. Bugün yaklaşık 3 bin çipli kişi sayısı ile çipli insan sıralamasında ilk sırada yer alan İsveç, insanları ikna etmek için “sizi üstün insan yapalım” şeklinde kamu spotları yayınlamıştı. Peki, burada bir kez daha sormak gerekiyor; dünya geleninde sayısı 10 bine ulaştığı tahmin edilen çipli insanların sizden üstünlüğü nedir acaba? Bu sorunun makul ve mantıklı yanıtını bulduğunuzda asıl meselenin modern tıbba inanmamak olmadığını, ilaç haydutlarının birer sözcüsü durumuna getirildiğinizin ayrımına da varmış olacaksınız.
Yeni üretilen bir ilacın onaydan geçebilmesi için o firmanın yapması gereken tek şey yukarıda da belirttiğim üzere yapılan anlaşmalar gereği bir defaya mahsus olmak üzere FDA’ya 350 bin dolar ödeyerek piyasadaki diğer ilaçlardan değil de sahte haplardan daha çok işe yaradığına dair iki pozitif çalışmayı sunmaktır. Oysa yapılması gereken şey pozitifle birlikte negatif çalışmaların da sunulması gerekiyor fakat çark bu şekilde dönmüyor. Pozitif çalışmalara onay verilip kamuoyuna açıklanırken negatif sonuçları ise Indiana Jones şehrindeki depolara istifleniyor.
FDA’nın sahtekârlığı bununla da sınırlı kalmıyor, tıpkı bugün olduğu gibi sıra verilerin açıklanmasına geldiğinde yalnızca pozitif verileri açıklayarak kamuoyunu manipüle ediyor. Her bir ilacın onayı için FDA’ya yatırılan 350 bin dolar vasıtasıyla ABD, insan sağlığı üzerinden hesabı tutulamayan büyük kârlar elde ediyor. Bugün bile ABD’deki en kârlı iş kolunun sağlık sektörü olmasının temel nedeni budur. En büyük ilaç üreticisi Pfizer ise bu sektörün sağlık dolandırıcısı olarak tescillenmiş durumdadır. ABD Adalet Bakanlığının en yüksek tazminat davası olarak kabul ettiği sağlık dolandırıcılığı davasında Pfizer’in bazı ilaçlarında AIDS virüsü tespit edilmiş ve firmayı 2.3 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm etmişti.
Mahkûm edildiği yılın bir önceki yılı 8 milyar dolar kâr eden Pfizer 2.3 milyar doları mahkemeye ödedikten sonra ABD piyasasından ilaçlarını çekti. Peki, sonra ne mi oldu? Aynı ilaçları Fransa, Latin Amerika, Avrupa ve Asya ülkelerinde yeniden piyasaya sürdü. Ve yine Pfizer üzerinde çalıştığı kolesterol düşürücü “Torcetrapib” adlı ilacı üzerinde denendiği deneklerden 82’i ölünce projeyi durdurmak zorunda kaldı.
En güvenilir aşı olarak pazarlanan Pfizer etiketli Covid-19 aşısı BionTech, birçok yan etkisiyle birlikte ölümlere de neden olmuştu. Bugün aşının yan etkileri nedeniyle hayatını kaybedenlerin oranları tam olarak bilinmediği gibi dünya genelinde reçeteli ilaçların neden olduğu ilaç bağımlısı ölüm oranları da net değil. Yukarıda da belirttiğim üzere ilaçların ve aşıların pozitif etkileri kamuoyuna açıklanırken negatif etkileri ise gizleniyor.
İlaç endüstrisine serbest piyasa kapitalizmi hâkim olmadan evvel kurumların başında denetlenebilir bilim adamı veya en azından bir doktor bulunurdu ve veriler şeffaftı. İşte o dönemlerde modern tıbba güven duyuluyordu çünkü suçiçeği, difteri, kızamık, çocuk felci, verem gibi birçok hastalık modern tıbbın geliştirdiği ilaçlar sayesinde yok edildi.
Fakat bugün gelinen noktada doktorlar hastalara odaklanmayı, şikâyetleri dinlemeyi bırakıp gördükleri kadarıyla ilgilenmeye başladılar. Teşhis ve tedavide bilimsel verilerin sonuçlarına bakarak birer reçete yazıcısı haline geldiler.
Getirilen serbestlikle ticari alana evirilen sağlık sektöründe ilaç vermek, reçete yazmak için bilimsel ispat ortadan kaldırılırken ilacın işe yaradığı fikri hastalara aşılanmaya başlandı.
Bir sonraki ilacın satışı için reçeteli uyuşturucu bağımlısı haline getirdikleri kitlelere yenilerini eklemek için de sağlık reformu adı altında sağlık ocağı, aile hekimliği gibi bürolar açtılar.
Bugün ecza dolabınızdaki yığınla ilaç ile günlük düzenli olarak aldığınız haplar, reçeteli bağımlılık sisteminin nasıl işlediğini gösteren en somut örnektir.
Veysel Boğatepe