Kalabalıklara karışıyorum gönülsüzce. Aidiyetsizlik canımı parçalara bölüyor adeta. Gördüklerimle her bir parçam göğe yükselmek istiyor. Sonra Tanrı‘nın acımasız sema duvarlarına çarpıp, geri yerleşiyorlar yerlerine. Yerleşmek denirse tabii. Yapbozun uymayan parçalarının verdiği, zorla sıkıştırılmış, ‘ben buraya ait değilim ama yine de kalabilirim’ kıvamında.
Tek tek teselli görevi yine bana veriliyor; “Olsun, korkma, yerin değil belki ama sen de yakıştın buraya…”
Her şeyin avuntusudur kendine uydurduğun yalanlar… Sahi insan neden yalan söyler ki?
Hiç düşündünüz mü bunu? Birilerinin kandırılmış tanımı sanırız yalan dolanları…
Değil… Birileri değil… Kendi inanmak isteği, var edemediği benliği, fark edemediği gerçekliği… Bu üç şeytan üçgeninin esareti… Üçün yanına üç binleri de ekleyebilirim, kendini bilemeyen o benlik katillerinin…
Kalabalık, sıkışmış bir morg soğukluğu estiriyor etrafa… Sahi benim gördüğümü siz de görebiliyor musunuz?
Bak şu yanımdan geçen adam mesela; elleri kanlı, daha iki dakika önce gözleri ile genç kızın gerdanından içeri sokmuş bakışlarını. Delmiş, parçalamış yeni büyüyen memelerini… Sonra da kimse görmüyor nasıl olsa diye temizlememiş ellerinde ki o sırıtkan kanı…
Şu kadına bak, kendi kalitesinin etiketlendiğini sanıp, şehvetini sığdırdığı lüks marka poşetine bulaştırmış maktulünün kanlarını… Topuklu ayakkabılarından gelen o cezbedici sesle şehadet getiriyor, kutsal ilan ettiği vajinasını ibadet diye yutturuyor Tanrı’ya… Dolu bir cüzdana erişim yasağı gelmesin diye, “seni seviyorum” diyerek geçirmiş tırnaklarını adamın kalbine… Adam oracıkta can vermiş, nefes alıyor ama hala…
Bir seri katil geçiyor bak yanımdan… Her gün aynı tür bahanelerle işlemiş cinayetini. İş yemeği, arkadaş toplantısı, maç sevdası derken, elini ütülü gömleğine uzatırken boğmuş karısını… Ve yetinmeyip, o ellerle “bitmiş bir evlilik aslında, çocuklarım için katlanıyorum” derken öldürmüş diğer sevdalısını…
Lunapark edasında görünen şu ışıklı sokakların genzimi yakan kokusuna dayanamıyorum daha fazla… Bakmaktan, gören olmaktan yoruldum… Adaletin saraylarında düşünce suçuyla yargılananların masumluğuna yol alıyor yüreğim. Daha yirmi dört yaşında boynuna geçirilen urganın düğümünü çözemediğimiz Deniz‘in apak ellerini hissediyorum saçlarımda… Gözyaşlarım, dar ağacını görünce kendini atıyor uçurumdan. O boşluktan süzülürken herkesin kanlı ellerinin izini taşıyor ardında…
Hadi susmayın, şimdi şunu olsun söyleyin bana;
Astıklarınız, tutukladıklarınız mı yoksa saldıklarınız mı masum bu dünyada?
Katlanacağız, sessiz çığlıklarda boğulacağız ama ASLA SUSMAYACAĞIZ!
Elif Doruk