Uzun süre umutsuzluk içinde yaşarsan, umut etmeyi unutursun. Belki de insan, hiç bilmediği bir duyguya dair özlem duymaz. Peki, bir umuda sarılmak gerçekten bir buluta sarılmak kadar soyut muydu? Hayallerin peşinde miydik, yoksa yanlış insanların mı? Bazen hayallerimiz bile elimizden alınmış gibi hissederiz. Hayat, bazılarına bir şeyler inşa etme şansı verirken, bazılarından daha çocuk yaşta her şeyi alıp götürür.
O, daha 17 yaşında çocukluğunu yarım bırakmış bir kızdı. Kimse bilmiyordu hayallerini, gönlünden geçenleri. Onu görenler yalnızca sessizliğini, içine kapanıklığını görüyordu. Fakat gözlerindeki hüzün her şeyi anlatıyordu. Anlatırken gözleri dolu dolu oldu. Sesinde kırılmış bir çan gibi yankılanan bir acı vardı. “Çok geç kaldım gitmem gereken yerden… Bir ömür geçti.” dedi. Ellerinin titrediğini fark ettim. Sözleri dökülürken çenesi de titriyordu. Belki yaşlılıktan, belki de yarım kalmış bir hikayenin ağırlığından. “Ben hiç uçuramadım gökyüzünde uçurtmamı.” dedi sessizce. “Gülümseyemedim aynalara… Hatta uzun bir süre bakamadım bile onlara.”
Her aynaya baktığında çocukluğunu hatırlıyordu. O masum, saf halini… Ama aynalar da acımasızdı; sadece geçmişin gölgesini hatırlatıyordu ona. Kimse “Sen ne istiyorsun?” diye sormamıştı. Hiçbir zaman söz hakkı verilmemişti. Fikirlerini, hayallerini, neyi sevip sevmediğini hiç kimse merak etmemişti. Sanki sadece birinin gölgesinde yaşaması gerekiyormuş gibi davranılmıştı.
Dayanamadım ve sordum: “Bir hayalin var mıydı?” Gözleri uzaklara daldı. Belki yıllardır içinde sakladığı bir hayali nihayet dışarı çıkarma fırsatını yakalamıştı. “Olmaz mı?” dedi buruk bir gülümsemeyle. “Çok güzel şarkılar söylerdim…” Şarkı söylemek istemişti. Belki sahnede, belki bir köy düğününde… Ama o hayali de elinden alınmıştı.
Kimse ona bir birey olduğunu hissettirmemişti. Sanki konuşmasına, bir şey istemesine bile hakkı yoktu. Oysa insan, hayal kurabildiği sürece yaşar. Ama onun hayalleri, çocukluğuyla birlikte yarım kalmıştı. Daha okulunu bile bitiremeden, kimseye sormadan, istemediği biriyle evlendirmişlerdi onu. O daha çocuktan biraz hallice bir kızken, ona evlilik gibi ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi. O gün ne hissettiğini kimse sormadı. “Ama bana kimse sormadı.” dedi yavaşça. “Kimse…” Sonra da kendine bir “yazık” çekti. “Yazık oldu…”
Bunları anlatırken yüzündeki hüznü görmemek imkânsızdı. Çocuk yaşta evlenmek ne demekti? Henüz kendi kimliğini bile bulamamışken, bir başkasının hayatına adapte olmaya çalışmak nasıl bir acıydı? Titreyen elleri, bir odadan diğerine çaresizce geçişleri… Çıkmaz bir sokakta sıkışıp kalmış gibiydi. O saf beyaz gelinliği giymek, ona bir masalın başlangıcını değil, karanlık bir sona işaret ediyordu. Kolayını bulabilse kaçıp gitmek isterdi. Ama nereye? “Gidemezdim.” dedi fısıltıyla. Sesi, tıpkı bir dalganın kayaya çarpıp geri çekilmesi gibi titrek ve acılıydı.
Sonrası daha da zordu. Özgüvenini tamamen yitirmişti. Kendini ifade etmekte güçlük çekiyordu. Geleceğini kendi elleriyle inşa etme şansı elinden alınmıştı. O yaşta, dili suskun, yüreği korku doluydu. Olayları değiştirememenin verdiği bir çaresizlik içinde kıvranıyordu. İlk gecesini anlatırken, yabancı bir elin bedenine dokunduğunda hissettiği korkuyu gözlerinden okuyabiliyordum. O an, içindeki çocuk tamamen ölmüştü. Bir daha geri dönmemek üzere.
Son kez aynaya baktığını anlattı. Gözyaşlarını saklamaya çalışsa da başaramıyordu. “Bu son… Bu, beni son görüşüm olabilir.” dedi kendi kendine. “Artık ben diye bir şey kalmayacak…” O aynaya yansıyan masum kız çocuğu, yerini koca bir yükün altında ezilmiş bir kadına bırakıyordu.
Dışarıda davullar gümbür gümbür çalarken, zurnalar kulakları yırtarken, içeride bir genç kızın hayatı sessizce sona eriyordu. Kimse onun sessiz çığlıklarını duymuyordu. Kimse bağırsa bile ona kulak vermeyecekti. Çünkü bu hikâye ne ilkti ne de son olacaktı. Onun gibi daha nice genç kızın umutları soldurulacak, hayalleri çalınacak, aynalara küsmüş bir hayat yaşamaya mahkûm edilecekti.
Gülleri soldurmayın. Çocukların hayallerini karartmayın. Onların gözlerindeki ışığı söndürmeyin. Umutlarını çalmayın. Çocuk yaşta evlilikleri önlemek için daha sıkı denetimler yapılmalı. Bu sessiz çığlıkları duymalı, onlara kulak vermeliyiz. Çünkü bir hayatın yarım kalması, hepimizin vicdanında bir yara açar. Umutları söndürmeyin. Tıpkı onun ümidini söndürdüğünüz gibi…
Emine Çavuş