Siz annenizin, teyze ve dayınızın veya komşunuz Melahat Teyze’nin ruhundan bahsettiğini hiç duydunuz mu?
Evvelden yoktu öyle ruhsal durumlar falan. En fazla ara ara afakanlar basardı insanı, kalbi kırılırdı falan, komşuyla bir kahve içip, üstüne de üç vakitli temiz haberler, kuşun kanadında müjdeler falan haber edilince geçer giderdi sıkıntılar.
Evet, yaşam daha sakin, daha basitti, kabul. Belki altın gününe gitmeden önce pişmeyen taze fasulye, çocukların okuldan dönerken sokakta fazla oyalanması veya işten dönerken köşedeki bakkaldan yoğurt ekmek almayı unutmamak gerektiği kadar basitti dertler. Yaz tatilinde nereye gidileceğini düşünmeye gerek yoktu ki, memleket var orada. Ne vize ister ne döviz kuru düşündürür. Kargo ve yemek siparişleri yüzünden sürekli çalan kapı zilleri yoktu mesela. En fazla komşu kapıyı tıklatırdı; elinde bir tabak, pişirmiş size de getirmiş.
Tabi şimdi hayat karmaşık… İşten eve dönmek bile ayrı stres. İş dünyası acımasız, mesai saatleri hayat mı bırakıyor geriye? Hoş eve gelsen ne olacak? Elindeki telefonla her an ulaşılabilir durumdasın. Hem de öyle acil durum falan hak getire, çocuğun mu hasta, eşinle kavga mı ediyorsun, yöneticine ne! İş beklemez!
Daha çok stres, daha yoğun trafik.. Günümüzde her şeyin daha daha fazlası var, ruh mu dayanır haliyle…
Ama bir de -daha- çok mu dinler olduk ruhumuzu ne? İçimiz sıkıldığında anksiyete, bir şeye üzülsek depresyon, korksak, heyecanlansak panik atak teşhislerini internetten alıp yapıştırıveriyoruz üzerimize. Kendimize koyduğumuz bu etiketlerle ruhumuzu yeniden tasnifliyor, sonra kendimize koyduğumuz bu yeni nesil rahatsızlıklarla daha, daha çok dinliyoruz ruhumuzu. Kulaktan duyma antidepresan ve arkadaş tavsiyesi bitkisel karışımlarla ruhumuzu iyileştirmeye çalışıyoruz sonra. Bu tanı ve tedavilere yıllarını vermiş uzmanları da hiçe sayarak üstelik.
Hayatı basitleştirmek gerek aslında. Şu otomatik pilota bağlanmış halimizi bir yavaşlatsak, vaktinde zamanında anlayacağız ya ne hissettiğimizi, ne yapmayı isteyip istemediğimizi. Hayatımızda kaçırdığımız dengeyi bulmaya odaklansak belki de ruhumuzu bu kadar dinlemeye ihtiyacımız kalmayacak. Ruhumuz hastalanmayacak. Çayımızı iki arada bir derede değil, tadını alarak içsek mesela. Dostlarımızla buluştuğumuzda telefonu elimize almasak, sohbetin keyfine varsak. Yemek yerken gözümüz televizyonda olmasa da günün kritiğini yapsak. Sadece duymasak, aynı zamanda dinlesek. Kendimize, bize özel zamanlar yaratsak, hissetsek, anlasak, fark etsek…
Denge… Bütün mesele bu aslında!
Yeşim Varol
İlişki ve Evlilik Danışmanı, Yazar